24 Nisan 2011 Pazar

NBA PLAY-OFF'LARINDA BIR HAFTA (ESLESMELERİN DEGERLENDİRMELERI)

Bugün tam bir hafta geride kalmıs bulunuyor Play-off'larda. Dogu'da, Orlando'nun sezon içindeki istikrarsızlıgı ve formsuzlugu dolayısıyla az çok tahmin edilen Atlanta karşısındaki dirayetsizligini bir kenara bırakırsak, ilk dört takım beklendigi gibi Yarı Finali neredeyse garantilediler.
Fakat bu serilerden Chicago-Indiana serisinde herkesi sasırtan büyük bir çekisme yaşanıyor.
Sezon içindeki gözlemlerim dogrultusunda, Chicago'nun iyi savunma yapan takımlara karşı zorlanacagını tahmin ediyordum. Indiana'dan hiç böyle bir savunma direnci beklemezdim; ama demek ki koç Jim O'Brien dersine iyi çalıştırmıs ögrencilerini. Özellikle Derrick Rose'u dönem dönem çok iyi savundular; zira muhtemel MVP kazandıkları son maçta 6/22 gibi berbat bir yüzdeyle oynadı.
Seri büyük bir ihtimalle 5. maçta 4-1 Chicago üstünlügü ile sonuçlanacak belki ama Indiana oynadıgı bütün maçları son dakikaya kadar götürmeyi başarmış olmasıyla herkesin takdirini kazandı.
Dogu yakasında bir diger sasırtıcı performans da, 2003 yılından sonra ilk kez play-off'larda yer alan NY Knicks'ten geldi. Ilk maçta Amar'e, ikinci maçta da Melo'nun önderliginde Boston'a TD Garden'da ecel terleri döktüren o dirençli takım, 3. maçta MSG'de tel tel döküldü. Herkes ilk iki maçta 87 ve 96 sayı yiyen takımın kendi evinde müthis seyirci destegini de arkasına alarak 3. ve 4. maçlarda kazanmasını öngörüyordu, fakat ne takımın yıldızları beklenen sürükleyiciligi gerçekleştirebildiler, ne de NY seyircisi önemli bir itici güç olabildi.
Bu seriyle ilgili benim en çok kafamı kurcalayan sey ise, 'Melo'nun nasıl bir kafaya sahip oldugu' sorusu oldu. 2. maçta 42 sayı 17 rebaund ve 6 asist gibi muazzam rakamlarla maçı tek başına götüren adam, kendi evine geldiginde 4/16 gibi inanılamayacak bir yüzdeyle oynadı. 11 rebaund 6 asist belki durumunu kurtarabilirdi fakat bu katkıları da maç çoktan koptuktan sonra gerçeklestirdi.
2. Maçta attıgı sayı da önemli degil aslında, bu sayıları nasıl attıgı daha önemli. Ben en az 5-6 tane double-team üzerinden potaya yolladıgı basketi gayet iyi hatırlıyorum, ki bunların bazıları da üç sayılık atıslardı.
Oynadıgı maça konsantre olabildiginde, bazen Kobe Bryant'ın 2005-2006, 2006-2007 sezonlarındaki skorer oyunundan çok daha öldürücü olabilen bir oyuncunun, mental olarak yeterince gelisememis olması insanı gerçekten üzüyor.
Gerçek su ki, Lig'de 4-5 maç üst üste 50 sayı atabilecek potansiyele sahip tek oyuncu fakat kafası bazen o kadar basketbol dışında oluyor ki, bu potansiyelden söz etmek mümkün olmuyor.
NY Knicks'in bu dengesiz performansından ileri gelerek sunu söylemek mümkün sanırım: Tek maçlık liderliklerle daha fazla ileri gidemezler.
Gelelim Heat-76ers eşleşmesine.. Dogrusu Dogu'da beni en çok sasırtan seri bu seri oldu. Philly'nin Miami'nin yüksek tempolu oyununu frenleyecegini tahmin ediyordum fakat öyle olmadı. Miami gibi PG yoksunu bir takımın oyunu denetimi altına almasının çok zor olacagını, Philly'nin Jrue Holiday ve Lou Williams ile istedigi oyunu oynayabilecegini düsünüyordum, fakat 3 maçta da bu beklentimi hiç karsılayamadılar. Isler su an için LeBron ve Wade için (Bosh'tan söz etmiyorum bile) iyi gidiyor, fakat kademe yükseldikçe, aralarındaki rekabet sorunlar dogurabilir. Ben Miami'nin, Boston'ın bu kadar kötü oldugu bir ortamda NBA Finali'ne çıkacagını düsünüyorum, ve eger bu tahminim gerçeklesirse, Finaller MVP'si olma kavgası Miami için çok büyük bir tehlike olacaktır.
Hawks-Magic içinse çok önemli laflar hazırladım. Atlanta sezon içindeki umarsızlıgını büyük ölçüde gidermis gözüküyor olsa da, 2-1 önde olmalarının en önemli sebebi, Orlando'da Howard dısındaki bütün oyuncularda müthis bir formsuzlugun gözlemleniyor olması. Hidayet'in özgüveni nedeni bilinmez bir şekilde yerlerde, J-Rich'in kafası hiç orada degil, yedeklerden de beklenen performans alınamayınca Orlando'nun hücum seçenekleri neredeyse tükeniyor. Orlando bu seride %26 ile üçlük atıyor; ki bu da içinde bulundukları durumu özetliyor sanırsam

Batı Yakası'nda ise beklenenden çok farklı bir sekilde seyrediyor durum. Lakers beklenmedik bir 1. maç yenilgisi alsa da, 2. maçta Kobe ve Gasol'ün berbat hücum performanslarına ragmen takım savunmasını Hornets'ten daha iyi yaparak, ve ev sahibi olmanın avantajını da kullanarak durumu 1-1'e getirdi. 2. maçta ise Gasol ve Kobe seviyelerinin altına inmeyince, rahat bir galibiyet geldi. Seri de 4-1 Lakers üstünlügüyle bitecek gibi gözüküyor.
Dallas-Portland eslesmesinde ise, bekledigim gibi taraflar evlerindeki maçları kazanıp durumu 2-2'ye getirdi. Bu seride, bu gece oynanan maç uzun süre konuşulacak gibi. Son 14 dakikaya 64-41 Dallas üstünlügüyle girilen maçta, Portland müthis bir geri dönüs yaptı ve son 2.5 dakikadaki 14-2'lik serisiyle mucizeyi yarattı.
Bu mucizede hiç kuşku yok ki en büyük pay Brandon Roy'undu. Durum 2-0'a geldikten sonra verdigi demeçlerle 'gemisini bırakan kaptan' yaftasını fazlasıyla hak eden oyuncu, son periyodda tam 18 sayı attı ve bir nebze de olsa kendini affettirdi. Maçı da 24 sayı ile tamamladı. Bu seride belirleyici olan etkenler, iki tarafın da kırılganlık durumları. Portland bu mucizevi geri dönüşü Dallas'taki 5. maçta çok iyi kullanabilir. Mental olarak hangi taraf 5. maça daha iyi hazırlanırsa bu maçı alır ve turu da geçer diye düsünüyorum. Brandon Roy'un bu come-back'te bası çekmis olması da bir diger önemli artı. Play-off'ların en çekismeli geçmesi beklenen serisi hiç kimseyi yanıltmadı desek yeridir.
Öte yandan, gene çok çekismeli geçmesini bekledigim Denver-Oklahoma serisi ise beni fena halde üzmüs ve yanıltmıs durumda. 1. ve 3. maçlar son ana kadar heyecanı yüksek geçse de, ben Oklahoma'nın 3-0 yapacagını rüyamda görsem inanmazdım. Denver takastan sonra çok iyi bir takım oyunu görüntüsü çizmiş, savunma yapmaya başlamış ve hücumu da çok çabuk 'tek adamlık'tan 'kolektif oyun'a çevirmeyi başarmıştı. George Karl'ı yılın koçu adayları arasında görmemde de bu degisimi çok çabuk yapabilmis olması önemliydi. Ama is Play-off'lara gelince ne olduysa oldu Denver'a. Oyunlarında belli bir degisim yok, ama kendilerini bir türlü Oklahoma'ya kabul ettiremediler. Son maçta da Serge Ibaka'nın skor olarak(iki takımın hücum kalibrelerini göz önüne aldıgımızda) düsük geçen bir maçta 22 sayı atmış olması inanılır gibi degil.
Açıkçası Batı Finali'nde Lakers ile karşılasacagını düsündügüm Denver, daha ilk turdan elenecek gibi.
San Antonio-Memphis serisinde ise çoğu kisiyi sasırtan, ama benim öngördügüm bir gidisat mevcut. Açıkçası San Antonio'nun bu yaslı ve sürekli fire verme ihtimali olan kadrosuyla, Memphis gibi genç, dinamik ve çok iyi savunma yapan bir takıma karsı zorlanacagını basından beri bekliyordum. Memphis'in iç-dış oyuncu dengesi Batı 8.si bir takım için muazzam seviyede. 2-1 öndeler, ve üstelik onlara liderlik edecek olan yıldızları Rudy Gay olmadan bu maçları kazandılar, hem de 1. ve 3. maçta son anları çok iyi oynayarak. Randolph'un yeni sözleşme imzaladıgı bir ortamda da hala yüksek konsantrasyonla oynuyor olması, hem su an, hem de gelecek için Memphis adına sevindirici bir durum.
Memphis eger kalan maçlarda da savunma direncini yitirmezse, Sam Young ve Tony Allen hücumda takımı yalnız bırakmazsa, Yarı Final hiç de uzak degil. San Antonio'da ise 2 yenilgi sonrası beklemedigim bir panik havası hakim. Geçen yıllarda olsaydı, 3-1 geriye düsseler de San Antonio hala favori olurdu benim için ama bu seride maalesef o güveni veremiyorlar.

Yarı Final adaylarım arasında sadece Orlando ve Denver hayal kırıklıgına ugratmıs durumda su an için. Ancak Oklahoma'nın oyununu izleyince de, Denver'ın elenmesine pek üzülmeyecegim sanırım. Simdiye kadar oynanan maçlarda takımların durumları dogrultusunda(play-off'ların başlangıcındaki tahminlerimi bir kenara bırakırsak:)) bekledigim yarı final eslesmeleri söyle: Batı'da LA Lakers-Portland ve Memphis-Oklahoma; Dogu'da Chicago-Atlanta ve Boston-Miami. Özellikle Boston-Miami ve Memphis-Oklahoma eslesmeleri insanı gerçekten çok heyecanlandırıyor. Ve eger Portland da 2002'nin intikamını almak için yeteri kadar bilenirse, Lakers'ın olası bir 5-7 günlük dalgınlıgı sırasında seri çok güzel bir hal alabilir. Hele bir de Rose Garden'daki atmosferi düsününce... Benim için Rose Garden, son topa giden maçlara ev sahipligi yapmasıyla ünlüdür. Düsünsenize; bitime 5-6 saniye kala Kobe takımını öne geçiren üçlügü gönderiyor, ve son sözü Brandon Roy el üstünden bir üçlükle söylüyor, Portland seriyi 2-2'ye getiriyor... Çok güzel hayalmis be!

Stanvanparty, Princeton Offense ve ''Ball'' üzerine birkaç kelam

Merhabalar,

Yeni açılan ve yola tek tabanca olarak çıkan bir blog için 'Princeton Offense' mottosu ile başlamak ne kadar dogru bilemiyorum. Sonuçta bu bir takım oyunu, Princeton Offense ise Mike Bibby ile bile var olabilmiş bir ekol. Fakat, bu ekolün benimle bile büyüyebilecegini öngördügüm için, bodoslama bir işe giriştim; ve eger, yol arkadaşlarım olmasını umdugum birkaç insan üşengeçliklerinden kurtulup bana katılırlarsa, işte o zaman dünya bize güzel. Dünya Hidayet ile güzel bir yer, Chris Webber ile daha güzel bir yerdi. Dünya Aaron Gray, Jason Brockman, Adonal Foyle, Kendrick Perkins, gibi basketbol emekçileriyle daha da güzel. Onlar ki, bu oyunu belki de aramızda en çok sevenler. Ve biz bu oyunu, en çok onlarla seviyoruz, sevdirmeye çalışıyoruz.

Yazılar, fotograflar, dedikodular ile yettiği kadar buralarda olmaya çalışacağım/çalışacağız.

Bir Kaan Kural heyecanı ile; Hoşçakalın!